ALTI DAKİKA
Altı dakika… Evet, aşağı yukarı altı dakikam var, biliyorum. Böyle yazıyordu bir tıp dergisinde. Hayır, film şeridi falan geçmiyor işte gözümün önünden. Henüz gitmiyorum hiçbir yere…
Zaten sabah çıkacağım yola. Çınarcık’ta on beş gün yetiyor bana her yaz. Ankara’yı özledim. Evimizi, arkadaşlarımı, sevgilimi, Çankaya’yı, Tunalı Hilmi’yi. Üstelik ders çalışmam da gerek. Bütünlemeye kaldım tek dersten. Hayatımda ilk kez kırık not aldım; ama üniversite bu, olacak o kadar…
Murat ne kadar şaşıracak beni karşısında aniden görüverince. “Her şeyin bittiğini söylemiştin, bir daha seni hiç göremeyeceğimi, yanaklarına hiç dokunamayacağımı sanmıştım. Ama işte buradasın, geldin!” diyecek heyecanla. Ben biraz utanıp kızaracağım, dün akşam telefonda ona söylediğim kötü sözleri ve ettiğimiz kavgayı anımsayarak. Sonra hemen boynuna sarılacağım: “Biz hiç ayrılmayalım olur mu canım?” diyeceğim yine muzır muzır. Özür dileyip, öpeceğim onu dudaklarından. Demek ki kalbim ölmedi daha benim, hem neden ölsün ki?
“Elbisen çok yakışmış, yaramaz kızlara dönmüşsün!” diyecek.
Gülümseyeceğim…”Beni hâlâ seviyor musun?” diye soracağım.
………………
Seviyor mu hâlâ? Bilemiyorum. Ama ben onu seviyorum. Evet, düşünebiliyorum, hissedebiliyorum henüz. Geç kalmadım değil mi anne? Saat kaç ki? Hemen hazırlanmam lâzım.17’si sabahı döneceğim demiştim unuttun mu? Okul açıldı mı yoksa? 2. sınıfa geçtim bu yıl; yetişemezsem, kalırım sonra sınıfta. Matematik öğretmeni olamam sana söz verdiğim gibi. En çok istediğim meslek buydu, biliyorsun. “Bu kızda matematik kafası var” demişti sana ilkokul öğretmenim bir veliler toplantısında. Sayılarla aram hep iyidir benim. Ama en çok bir şeyleri toplamayı severim. 6-3=3 değil mi? Çıkarmak istemiyorum. Hiçbir şeyi çıkarmamalıyım aklımdan “Beyin Sapı”m ölene kadar.
Sayılar iyidir. Çarpım tablosunu babam öğretmişti bana 1 günde. Sınıfta en önce ben ezberlemiştim 6 kere 9’un 54 ettiğini. Boncuk’un günde kaç defa, hangi saatlerde öttüğünü biliyorum aşağı yukarı. Neden bu kadar çok ötüyor şu an? Hasta mı, üzgün mü yoksa? Kuşlar ağlar mı anne?
Salıvermek istiyorum onu gökyüzüne. Kafeste yaşamasın istiyorum. Ama biliyorum dışarda yaşamanın onun için ne kadar zor olacağını. Büyük ihtimal ölecektir dışarda. Belki yeniden kuş olarak gelir dünyaya. Ama bu sefer, dağlarda yaşayan, güçlü, vahşi, özgür bir kartal olur belki. Belki de insan olur, senin yeni kızın olarak doğar. Belki ben de o zaman kuş olur uçarım, kim bilir?
O gürültü de neydi öyle uykumun arasında? Kulaklarım sağır oluyor sandım. Ama görünürde bir şey yok. Neyse, benim kalkmam lazım, geç kalıyorum. Daha bavulumu bile hazırlamadım. Öff! Ne kadar da zor oluyor yazlık dönüşleri. Bir sürü kıyafet getirmişim yine, sanki hepsini giyecekmişim gibi. Ama bunların hiç birini giyemem ki ben.. Hava soğumuş, üşüyorum. Mavi hırkam nerde benim? “1 ” dakika! Gün ışımamış ki daha. Etraf karanlık…
Tamam, göz kapaklarımı açmamışım da ondan. Açıyorum işte…Hiçbir şey değişmiyor, neden hâlâ karanlık? Belki de göz kapağımı nasıl açacağımı unutmuşumdur. Tekrar deneyeyim… Hayır, göz kapaklarım bana ihanet ediyor olmalı, ya da gece bitmedi henüz. Erken uyanmışım demek. Kaç kere söyledim, gece uyurken küçük bir gece lâmbası yakalım holde diye. Işıktan rahatsız olduğun için yaktırmadın. Bak, göremiyorum işte. Korkuyorum… Geç kalmaktan korkuyorum. Peki bacaklarımı neden oynatamıyorum? Kollarımı, küçük parmağımı? Sizi gidi pislikler! Hiçbiriniz sözümü dinlemiyorsunuz.
Ama ben senin sözünü dinlerim hep, değil mi anne?
………… … …
Neden cevap vermiyorsun? Yüzün… Yüzün, ben kucağında 6 aylıkken fotoğraf çektirdiğimiz günkü gibi genç, güzel, umut dolu gülümsüyor. Hayır, sen de beni dinlemiyorsun. Nereye gidiyorsun? Yüzün silikleşiyor, göremiyorum…
Vakit geçiyor… Yoksa vakit mi geliyor? 60-30=30 mu eder? İşte yine çıkarıyorum. İstemeden…
Hayır, artık istemediğim şeyleri yapmayacağım bundan sonra. Birazdan uyanacağım, biliyorum. Birlikte kahvaltı edeceğiz ben Ankara’ya gitmeden önce. Her zamanki gibi rüyalarımı anlatacağım yine sana.
“Hayırdır inşallah” diyeceksin. “Geçti artık, kâbus görmüşsün sen. Hem her gördüğü rüya üstüne çıkmazmış insanın…”
Orkide Ünsür, 14/Ağustos/2001
Tagged: 17 Ağustos, Deprem
ne çabuk siliniyor hafızamızdan kötü anlar di mi ? oysa hayat bize çoklukla anımsatıyor yaşananların anlık oldugunu ..
bunu biliyoruz da aslında uygulamaya gelince çoğumuz bir koşuşturma içinde unutuyoruz sevdiklerimizin,kendimizin yalnızca şu an yaşadığını belki de ..çoğu şeyi erteliyoruz bu yüzden,minik şeyler yüzünden üzülüyoruz,kızıyoruz veya zamanı boşa harcıyoruz.
farkına varmalı anların,yaşamanın keyfini sürmeli çok geç olmadan ,en azından denemeli…
Evet aynen katılıyorum Esin’ciğim. Teşekkürler yorumun için…